Haber

PORTRE- Hayatı boyunca anlam arayan Ayşe Şasa, ölümünün 9. yılında anılıyor.

Hayatı boyunca doğruyu bulmaya çalışan, arayış ve anlam bulma yolunda emek veren, Türk sinema dünyasında senarist olarak tanınan Ayşe Şasa’nın ölümünün üzerinden 9 yıl geçti.

Tam adı Ayşe Mihriban Şasa olan usta senarist ve yazar, 1 Şubat 1941’de İstanbul Amerikan Hastanesi’nde Çerkez bir anne ile Çerkez ve Güneydoğulu bir aşiretten bir babanın çocuğu olarak dünyaya geldi.

Büyürken dadılara teslim edilen Sasa, yaptığı açıklamada çok yalnız ve sefil bir çocukluk geçirdiğini söyledi.

Şasa, doğumundan itibaren yaklaşık 12 yıl süren ve farklı mürebbiyelerin eğitimi altında geçen yabancı dadılık idaresini, “çocukluk ülkemde hüküm süren bir rejim” olarak adlandırmıştı.

zor bir çocukluk geçirdi

Dedesinin savaşçı yapısı, çocukken ona anlattığı savaş hikâyeleri, üslubu, sakinliği ve tevazusu, dedesini hayatındaki en etkili insanlardan biri olarak gösteren Ayşe Şasa’nın hayatında izler bırakır.

Doğu minyatürlerine olan ilgisini bu anılardan gelen çağrışımlarla ilişkilendiren Şasa, dedesinin kişiliği, macerası ve doğasıyla minyatürlerdeki evreni özdeşleştirmiştir.

Bebeklikten çocukluğa mürebbiyelerin sert tavırları ve ailesinin ilgisizliği nedeniyle kaygılar içinde geçen Sasa’nın yaşadığı şizofreni belirtilerinin temelini korku figürleri, yalnızlık teması ve aidiyet sorunu oluşturmuştur.

“Çocukluğum, batılılaşma modasının trajik bir hastalığı kemirdiği bir döneme denk geliyor.” Said Şasa, ailesinin Batı hayranlığı nedeniyle küçük yaşlarda bale, piyano ve yabancı dil dersleri de aldı.

Şasa, Aydın İlkokuluna bir yıl önce başladı. Okulda çok topal ve zavallı biri olduğunu yazılarında dile getiren Şasa, arkadaşlarının kendisiyle alay ettiğini, öğretmenlerinin kötü muameleye uğradığını ifade etti.

Başarısız geçen ilkokul yıllarının ve dadılık döneminin sona ermesinin ardından Şasa, 1960 yılında şimdiki adı Robert Kolej olan Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nin giriş sınavını kazanarak yatılı olarak buradan mezun oldu.

Sürekli çevresinin özelliklerini eleştirerek bir arayış içindeydi.

Zamanında Türkiye’nin en güçlü ailelerinden birine sahip olan Ayşe Şasa, toplumun yoksulluk çektiği bir ortamda varlıklı hayatını hep sorgulamıştır. Kendisinden beklenen güçlü kız rolü yerine entelektüel bilginin arayışı içinde olan Şasa, evrendeki varlık sebebini ve çevresinin özelliklerini sürekli eleştiriyordu.

12-13 yaşlarında olan usta yazar, kendi bünyesinde “Çiftehavuzlar Postası” adlı bir dergi çıkardı. Derginin içeriğinde karikatürlere, gazete kupürlerine ve fotoğraflara yer verdi. Ayrıca dergide arkadaşları hakkında yorumlar ve fıkralar yazdı.

Sinemaya öğrencilik yıllarından itibaren ilgi duymaya başlayan Şasa, liseden mezun olduğu yıl ilk oyunu “Yaşadığımız Yıllar”ı yazdı. Oyun daha sonra tiyatro oyuncuları ve yazarları tarafından övüldü. Şasa, 1963-1965 yılının ortalarında Robert Kolej İdari Bilimler Bölümü’ne girdi.

Başarılı senarist, hayatının “dönüm noktası” olarak nitelendirdiği Kemal Tahir ile okul arkadaşları aracılığıyla tanışmış ve güçlü bir dostluk kurmuştur. Kemal Tahir’in hayatında bir dönüm noktası olacak olan Sasa’ya anlattıkları. sözünü söylemişti.

Şasa, Tahir ile tanışma anını şöyle anlattı:

“…O günlerde arkadaşlarım beni Kemal Tahir isimli, adını duymadığım bir romancının Suadiye’deki evine götürdüler. İlk bakışta çarpıcı kişiliğinden ve konuşma tarzından etkilenen Kemal Tahir, ben. o an inandım ve güvendim. onu daha yakından tanımaya ve onun yolundan gitmeye karar verdim. ortaya koyduğu ölçü ile tüm hayatımı belirleyecekti…”

İnzivasında entelektüel olarak kendini değiştirdi.

Yönetmen, yapımcı ve senarist Atıf Yılmaz’ın asistanı olan Şasa, 1963 yılında senaryo yazmaya başladı.

Kendini sinemaya adayan Şasa, bunun nedenlerini ise şöyle dile getirdi:

“Yavaş yavaş sinemaya yöneliyorum, sinemaya girip senarist olma hedefi öne çıkıyor. Bunun sebeplerinden biri de o yıllarda hayata dair söyleyecek sözüm olmadığını fark etmemiş olmam. birinci elden yazar olmaktansa yazar olmayı tercih ederim.Bir diğer sebep de türk sinemasının olağanüstü hor görülen bir şey olması bende karşı çıkma duygusunu tetikliyor.annem ressam olmamı istiyor,cevat çapan nasihat ediyor tiyatrocu olmak ama ben sinema senaristi olmayı düşünüyorum çünkü sinema artık türkiye’de sanat bile sayılmıyor.

“Sinema, yaratıcısının bilinçaltını ayna gibi yansıtan bir sanattır.” Bunu söyleyen Şasa, 1972’de vizyona giren “Utanç” filmine imza attı. Şasa, sinemada çocukluğunda yaşadığı Yahudi-Hıristiyan etkisiyle iç dünyasındaki çalkantılı durumu beyaz perdeye yansıttı.

İlk evliliğini 18 yaşındayken Atilla Tokatlı ile yapan Şasa, ikinci evliliğini ise yönetmen Atıf Yılmaz ile yaptı. İlk evliliğinin ardından Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’ne başlayan Şasa, eğitimini yarıda bırakarak sinema dünyasına geri döndü.

Ayşe Şasa, 1980’lerde ağır bir hastalık geçirdikten sonra 10 yıl sinema dünyasından uzak kalırken, üçüncü eşi olan usta senarist Bülent Oran ona bu süreçte destek oldu. İnziva döneminde entelektüel olarak kendini değiştiren Sasa, daha bilimsel ve sezgisel bir yaşam sürmeye başlamış ve bu yeni yaşam tarzı eserlerine de yansımıştır.

İbn Arabi’nin “Fususu’l-Hikem” adlı kitabıyla İslam’a yöneldi.

Şasa, 1981 yılında Londra’da akıl tedavisi görürken Şerif Mardin’in sunduğu bir kitap kataloğunda gördüğü İbnü’l-Arabi’nin “Fususu’l-Hikem” adlı kitabının çevirisini okuduktan sonra etkilenmiş ve İslam’a ve İslam’a olan meylinden etkilenmiştir. Tasavvuf tamamen buna bağlıydı. Bunu kitaba bağladı ve 18 yıldır yaşadığı ağır sınır hastalığından tamamen kurtulduğundan bahsetti.

Senaryoları, yazıları ve kitaplarıyla Türk sinemasının ve kültür hayatının her zaman merkezinde yer alan usta senarist, 1993 yılında “Yeşilçam Dergisi” adlı sinema yazılarını okurla buluşturdu.

“Oğul Kuşlar”, “Ah Hoş İstanbul”, “Utanç” ve “Gramofon Avrat” gibi filmlerin senaristliğini yapan Şasa’nın “Bir Ruh Serüveni”, “Yeşilçam Günlüğü”, “Deliler Ülkesinden Notlar” ve “Şebek Romanı”. o yazdı. Şasa, Sadık Yalsızuçanlar ve İhsan Kabil’le birlikte Düş Gerçeklik Sineması, Ömer Tuğrul İnançer ve Berat Demirci’yle birlikte Zamana Karşı Sözler kitaplarını yazdı.

Ayşe Şasa, 1963’te Flört Kız, 1965’te Son Kuşlar ve Murat’ın Türküsü, 1966’da Toprağın Kanı ve Ah Hoş İstanbul, 1967’de Harun Reşid’in Gözdesi, Balatlı Arif” ve “Kozanoğlu”, “İlk ve Son”, “Köroğlu” ve “Cemile” 1968’de “Battal Gazi Destanı”, “Unutulan Kadın”, “Güllü” ve “Yedi Kocalı Hürmüz” 1971’de “Utanç” ve 1972’de ‘Cemo’, 1973’te ‘Kambur’, 1981’de ‘Deli Kan’, 1982’de ‘Hacı Arif Bey’, 1983’te ‘Ve Recep ile Zehra ile Ayşe’, 1984’te ‘Ölümsüz Ağaç’ 1986’da, ‘Merdoğlu Ömer’ Bey”, 1987’de “Gramofon Avrat”, 1988’de “Arkadaşım Şeytan”, 1989’da “Gece Yok”, 1992’de “Her Gece Bodrum”, 1993’te “Kanayan Yara Bosna” yapımlarının da senaryolarını yazdı. .

Şubat 2003’te “Deliler Ülkesinden Notlar” adlı kitabı çıkan Şasa, son olarak 2008 yılında “Dinle Neyden” filmiyle sinemaya geri döndü.

Entelektüel bir kişiliğe sahip olan Shasa, İslam toplumunda da her zaman okuyan ve kendini geliştiren bir kadın olarak yankı bulmuştur.

Evini okula çevirerek gençlere kapılarını açan usta yazar, bir dönem zatürre tedavisi gördükten sonra 16 Haziran 2014’te hayatını kaybetti ve Sahrayıcedid Mezarlığı’na defnedildi.

yenisarbademlihaber.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
istanbul escort
istanbul escort
istanbul escort